Yaşasın !!
Bugün Tatlı Cuma.
Haftasonu kendimi dışarı atasım,ayaklarım şişene dek gezesim, bisikletle erkenden gezmeye çıkıp sabah çayını bir sahil kafesinde içesim, yeni aldığım kitabı açıp okuyasım var. Daha dolu şey sıralayabilirim, hiç bitmeyecek bir tatile başlamış hissi veren cuma gününü çok seviyorum. Bol hayal ve umut barındıran bu gün ne güzel !
Geçen hafta okuduğum kitapta S. Birsel ne güzel demişti;
''Hiçbir şey yapmasam da salondaki koltukta gönül yaylarımı gevşetmeyi krallara özgü bir iş sayarım.''
Çok şükür sağlıkla bunları düşünüyor, istek duyuyor, olan gücümüzle yaşıyoruz Benim için bu hafta bazı şeylerin belirginleşmeye başladığı bir hafta oldu. Ailemizde bazı değişiklikler oluşmaya başladı. İnsan kırklı yaşlarında hayatı daha iyi duyumsamaya, sakinleşmeye başlıyor. Hele elli yaşa ulaştınızsa onca süren yoğun yıllardan, uğraşlardan sonra bir çok şey yerine oturmuş, çaba harcadığınız işler bir anda bitivermiş oluyor. Hayat hıphızlı geçip gitmiş, amaçlanmış bir çok şeye ya ulaşılmış ya da artık önemi kalmamıştır. Bu sırada enerjinizde inişe geçmeye başlamıştır.
Son bir kaç yıldır bazı kararlar almaya çalışıyordum. Rüzgar beni nereye götürecek biraz da zamana bırakmıştım. Özellikle Allah'ın bana yazdığı kadere yaslanıp beklemedeydim tüm ümitlerimle. Öyle çok önemli kararlar değil bunlar, yanlış anlamayın. Özellikle yıllardır içinde bulunduğum ortam, arkadaşlar, insanlardan çok çok sıkıldığımı hissediyordum. Artık farklı yaşam farklı bir ortama gitme isteği içimi gün geçtikçe kaplıyordu.
Sakin bir yerde ev yaptırdık biliyorsunuz. Tam zamanlı yaşamayı çok istiyordum bu küçük evde. Ne yazık ki evimizin yanlarında evler yapılmaya başlandı, inşaat sesinden geçilmiyor. Sakince oturacağım, fazla insan yok ne güzel derken, evimizin etrafında ki arsalar satıldı ve yirmi tane villa yapılmaya başlandı. Artık haftasonlarımız gürültüden kabusa döndü. Bende de ne şans var arkadaş, neye niyetlensem bir şey oluyor.
Neyse yeni kararlar ve başlangıçlar aşamasındayım. Bu da beni çok stresli yapıyor ister istemez. Geceleri uyuyamaz oldum, mide ağrılarım geri döndü ama bunlarda geçecek inanıyorum.Biraz daha zaman...
Haftasonu kahvemi balkonumun çeşitli köşelerinde içtim.
Oğuz Atay
‘Tutunamayanlar’da diyor ya: “Düşünmeden kapılırsınız olaylara. Sonu ne olacak diye korkmazsınız. Sonu yoktur ki… Sonu gelmez şövalye romanları gibidir bu yaşantı: En zor anlarda daima açık bir kapı bulunur girip saklanacak. Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: ‘Buraya kadar!’ dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın”
Defterlerimi, kitabımı, kahvemi alıp saatlerce okuyorum.

Haftanın ilk günü sisli ve yağmurluydu. Serinleyen havayla biraz nefes aldık, kendimize geldik bence çok sıcak hava olacağına böyle her türlü mevsimi yaşamak harika bir şey.
Komşum Antalya'da oturuyor yılın belli bir kısmı. Oraya çoktan yaz gelmiş, iyice ısınmışlar bana ballandıra ballandıra anlatıyor. Nedense insanlar böyle. İçinde yaşadığı yeri gömme derdindeler. Burada niye oturuyorsun o zaman, git o cehennem sıcağına. Yazın biz ne güzel pikelerle serin serin uyuyoruz. Orada klimasız nefes alamıyorsun.
Bir araya gelince hemen bir memleket mevzusuna girip doğduğum kenti bana şikayet etmiyorlar mı çıldırasım geliyor. O yüzden neden Anadolunun her yerinden geliyorsunuz Kocaeli'ne..
Sabahları okula gittiğimde 15 dakika vaktim oluyor derse girmeye. Ben de bu hafta gül çayımı alıp okuln karşı tarafında ki küçük parka gitmryi alışkanlık edindim. Salı gününden itibaren çok sakin, pırıl pırıl sabahlar oldu. Kuş sesleri eşliğinde sabah meditasyonu yaptım beşer dakika.
Okulda sene boyunca çocuklarla farkındalık çalışmaları yaptık. Özellikle bu yaş çocuklar çok enerjik, odaklanmaları kısıtlı, hevesler yoğun ve geçici. Ama hep bir şeylere dikkat çektim, yavaşlayarak ona odaklanmayı sağlamaya çalıştım. Yağmur, kuş sesi, bulut hareketleri, toprak üzerinde gezen bözeklerin hareketleri, yapılan resimler, okunan kitaplar bizim için bir araçtı bu konuda. İyi davranış geliştirme , kendini ortaya koyabilme gibi amaçlarımız da tüm sene devam etti.
Okul sonrası köyde gezmeler..
Film izlemeye geri döndüm tatilden sonra. Edebiyattan sonra en çok zevk aldığım konu filmler, belgeseller, fotoğraf sanatı. Bu haftanın filmlerine bakalım.
İlk olarak Detachment 2011 yapımı, başrolünde muhteşem Adrian Brody var. Konu hassas; çocuklar, öğrencilik, eğitim. Sorunlu okullardan birini anlatan filmlerden biri. Öğretmen olarak izleyince o çırpınışı, çabalamayı görüyorsun, ebeveynlerin elinde hayatları sönen ve okullarda büyük sorun olan çocukların çaresizliğini görüyorsun ve için parçalanıyor. ABD ya da farklı büyük ülkelerde bu derece majör sorunlar yaşandığına inanamıyor insan. Ama biz de bile okullarda çok büyük problemler var. Adrian'ın dediği gibi '' Çocuk sahibi olmadan önce tüm insanlar incelenmeli, bu yetki ona göre verilmeli, çocuğu olacak adaylara eğitim verilmeli''
İkinci film Loveable. 2024 yapımı Norveç filmi. Arkadaşlar bunu da mutlaka izleyin. Bir kadın olarak hangi ülkede olursanız olun ilişkilerde, hayatın çeşitli aşamalarında benzer olduğumuzu göreceksiniz. Maria üzerinden kadın olmanın hayatta ki ağırlığını, anneliğin tüketiciliğini, işinde varolma savaşını, erkek olarak eşlerin her daim her coğrafyada benzer ayrıcalıklara ve davranış kalıplarına sahip olduğuna şahit oluyorsunuz. Haa zaten ilk eşinden 2 çocukla ayrılmışsın, ikinciye dolu dizgin gidip tekrar 2 çocuk niye yaparsın ey Maria diye çığlıklar attım izlerken. İlk filmle bağlantılı olarak, sonra da hep boşanmış ebeveynler, histerik anneler, terkedip gitmiş babaların gerisinde ki çocuklar ordusu...
Kütüphaneden kitap almaya gittiğimde bir dergi keşfettim. Kocaeli'de bir okul ve öğrencileri yapmışlar bu dergiyi ve ilk sayısı. Kapağıyla gönlümü fethetti. İçinde ki yazıları da kısmen okudum, başarılı buldum.
Sonrasında Katherine Mansfield'in öykülerinin olduğu bu kitabı aldım. Daha önce öykülerini okumuştum ama tekrar okuma isteği ile doldum. Artık ne zaman biter bilmiyorum çünkü çok kalın bir kitap. 900 sayfa nerdeyse.
Neredeyse 900 sayfa. Yanımda da taşıyamıyorum, sadece evde okuma yapınca artık kaç ayda biter bilmiyorum.
Şehrimizde bahçe kapıları serisi. Çoğu oturduğum mahalleden...
Kaktüslerim nihayet açmaya başladı.
Bizim burada bir duraktan bu görüntü. Kimbilir kime bu süpriz. Ne tatlı değil mi?
Hafta içi bazı günler kahvaltı için simit alır, minibüse biner köye giderim. Çarşamba günü simitçiye girip sıraya girdim almak için. Önümde ki müşteri baya bir şey aldığından uzun uzun bekledim. O sırada bir kadın gelerek arkadan öne geçerek -sahibini tanıdığından isimle hitap ederek- acelem var, araba kalkıyor bana hemen bir simit verir misin ? dedi. Biz bekleyenlerde enayi gibi bakakaldık.
Ben hemen müdahale ettim. Hepimizin acelesi var ve sadece bir simit için sıradayız dedim. Hem bu yaptığınız hak yeme dedim. Bana dönüp büyük bir öfkeyle ( zaten böyle durumlarda üzülüp hatasını anlayıp özür dileyene rastlamadım) bana saydırmaya başladı. ''Umarım herşeyde bu kadar hak hukuk peşindesinizdir '' dedi.
Ya sabır...
Kompostlarımızı toprağa karıştırdık.
Arkadaş buluşmaları okul sonrası...
Annem ve kardeşimden gelen haftanın fotoları..
Herkese hayırlı cumalar, mutlu tatiller!
Pelinpembesinden sevgiler 💜