Bağ evinde ki fazla eşyayı ayıklama, evi temizleme, eşyaları isteyenlere götürme ve dağıtma derken bu işler iki gün sürmüş ve sonunda cumartesi ve pazar günü aşırı yorgunluğa bağlı hasta oldum. Pazar gününden itibaren bağ evine gittik ve kendimizi dinlenmeye çektik. Tertemiz kulübemizde koltuklara işlemeli patiskalarımı geçirdim, yatakların üzerine bembeyaz sabun kokulu pikeleri serdim, kitaplarımı da baş ucuma koyarak pencereden pencereye esen rüzgarın ortasına attım kendimi.
Bahçe oldukça bakım istiyordu ama yapacak gücüm yoktu. Yine de bu susuzluğa ve aşırı sıcaklara rağmen yetişmiş meyvelere tek tek baktım. Elma ağacım daha 4 yaşına yeni girdi ama bu gördüğünüz yeşil elmalar dalın üzerinde sıralanmışlar. İki elma ağacı dikmiştim; biri yeşil, diğeri kırmızı. Demek komşunun duvar terörüne uğrayan kırmızı elma ağacı. Yeni yerinde daha kendine gelemedi. Yeşil elma ağacı ilk kez bu yıl 5-6 tane verdi.
Kayısı ağacım hızlı bir şekilde büyüdü ama geçen sene daha çok meyve vardı üzerinde. Bu sene 5 tane. Yemeye kıyamıyoruz tabi ki.
Ata tohumu domates ekmiştik ama çok nazlı büyüyorlar. Olsun tam yedi fidemiz var ve bakalım ne olacak. Üç beş domates elde edeceğiz diye ne çalışıyoruz. Sabah ezanıyla kalkıp biraz ot temizleyip biraz çapalama ve bolca sulama. Görüyorsunuz hasta hasta bile dayanamayıp işe güce girişiyorum.
Kabaklar boylu boyunca gidiyorlar. Bakalım hangi cins çıkacak çok merak ediyorum. Onlarda çok su istiyor, sabah saat 5 itibariyle doğa canlanıyor. Herkesin uyuduğu o sessiz saatler öyle güzel ki. Saat 7'den sonra tekrar bir iki saat uyuyup kalktık.
Kocam işe gitmesiyle iyice yalnız kaldım hafta boyunca. Kızımda ilk kez tek başına yurt dışı gezisinde.
Ben de günlük rutinime devam edip sabah çayımı demleyip bahçede kahvaltımı yaptım. Bu sırada etraftan gelen çekiç sesleri ikinci günden sonra duyulmaz oldu.
Hurma ağacım da üç yıllık ve bu sene üzerinde ilk hurmalar var.
Bahçemin ucundan etrafa yapılan villaları görülebilirsiniz. 22 milyona satılıyormuş, isteyenler alırsa komşu olabiliriz :)
Bir tane de değil; aynı anda en az on tane yapılıyor. Matkap, çekiç, delme sesleri, beton arabaları tüm gün acayip ses yapıyor. Ne yazık ki son bir kaç yıldır inşaat sesleri her yerde etrafımızda. Benim bağ evi de burada ağaçlarıyla beraber numune olarak kalmak üzere.
Bu sıcakta çalışanlara bakıyorum , genelde doğulu gençler. Sabahın sekizinde başlıyorlar akşam saat altıya kadar devam ediyorlar. Bu sıcakta öyle tehlikeli yerlerde çalışıyorlar ki. Bir taraftan yüreğim ağzımda seyrediyorum, üzülüyorum.
Hafta boyunca iki kitabım bitti. Ufuk Çizgisi İtalyan yazar Antonio Tabacchi'nin. Kitabın başlarında rastladığım '' günlük yaşam aşkın en büyük düşmanıdır, aşkı mahveder. '' cümlesi düşündürdü beni. Gerçekten de en uç aşklar bile yaşamın rutinine girince erimiyor mu?
Hele büyük bir umut ve aşkla başlayan evlilikler de yaşam döngüsüne girdiğinde normalleşip etkisini kaybetmiyor mu? Bir de çocuk sorumluluğu üzerine geldi mi ne aşk kalıyor ne meşk.
Diğer kitabım George Perec'in okumadığım bir kitabıydı.
Öğle sıcağı başladığında evin ön tarafında ki yatak odasına geçiyorum. Allahtan rüzgar var.. Pencereden görünen işte bu zeytin ağacım. Zeytinler üzerinde minik minik duruyor. Yattığım yerden rüzgarla birbirine karışan dallarına bakıyorum. ''İşte şimdi dinlendiğimi hissediyorum ''diyorum. Elimde kitabım ara ara okuyor, ağaca bakıyor, sesleri dinliyor, üzerime yüklenen uykuya teslim olmak için de sabırsızlanıyorum.
Gün boyu bir şey yapmak imkansız. En küçük eylemde ter içinde kalıp gün boyu kaç kez üzerimi değiştiriyorum hatırlamıyorum. Bağevine iki kez arkadaşlar geldi, çok sıcak olunca akşam üzeri oturabildik.
Bahçeden ilk ürünleri topladım. Semizotu en sevdiğim sebzelerden. Yemeği de salatası da çok güzel oluyor. Soframdan eksik etmiyorum. Sabahları hem biraz yürümüş olmak için fırına gidiyorum; simit, köy ekmeği alıyorum bu güzel fırından. Allah burada çalışanlara da yardım etsin, nasıl bir sıcak o öyle içeri de. Odunlu fırın olunca çalışanlar pert durumda.
Annem o sırada deniz kıyısından akşam üzeri fotoğraf gönderiyor. Her zaman çıkamıyor tabi ki bu sıcakta. Kendine dondurma almış, biraz sahilde yürümüş..
Kızım bir hafta arkadaşıyla Viyana'ya gitti. İlk kez bizsiz bir tatil yaptı hem de yurt dışında. Evham düzeyi yüksek biri olarak bu bir hafta boyunca içim içimi yedi ama
artık bazı şeyleri de oluruna bırakmalıyım diyerek kendime telkinde bulundum. Allahtan gençlerin özgüveni yüksek, kızım zaten özgürlüğüne düşkün. Harika bir tatil yapmışlar..
Bağ evinde biraz dinlendikten sonra eşya toplamaya eve döndüm. Her gün yavaş yavaş koli hazırladım, eşyaları azalttım. Ama bu bile saatlerimi aldı ve ter içinde kalarak ara veriyordum. Sonrasında balkonuma çıkarak soğuk bir kahve yapıyordum her gün. Dışarıya çıkıp bir yerlere gitmek öyle zor geldi ki. Sadece bir kez köyde ki velilerimle piknik yaptık sahilde. Sağ olsunlar benim için bir uğurlama pikniği düzenlemişler.
Güzel balkonum 💚
Sahilde oturduğumuz zaman etrafta ki insan kalabalığını görünce evde kalmakla ne büyük bir akıllılık ettiğimi tekrar anladım. Öyle kalabalık ki her yer artık. Bir de artık etrafta yaşanan özensizliğe tahammülün kalmadığını hissediyorum. Bağrış çağrış içinde sohbetler, çığlık çığlığa çocuklar, etrafa atılan izmarit, çekirdek çöpleri..
Balkonumda oturur kitabımı okurum en iyisi..
Sabahları kızımla annemlere gidip kahvaltı yapıyoruz balkonda. Sabah sakinliğinde sahilde de fazla ses olmuyor, balkona güneş de gelmiyor o saatte. Buralardan gitmeden anneciğim ve babacığımla hasret gideriyoruz uzun uzun. Öğlene doğru eve gidip toplanmaya devam ediyorum.
Bu yazda toplanma, düzenleme, iş güçle geçti. Bir taşınma bu kadar mı meşakkatli olurmuş. İki aydır toplanıyorum neredeyse. Buna sınıf toplama da eklenince daha çok zorlanıyorum. Yarın nihayet taşıma şirketi gelecek ve eşyaları Çerkezköy'e göndereceğim. Bir hafta dinlenmeyi düşünüyorum.
Evimin olduğu sokak bahçeli evleriyle meşhurdu. Bir zamanlar diyorum çünkü artık iki katlı müstakil ev kalmadı buralarda da. Karşımda bulunan şu beyaz ev Pelin'in doğduğu ve 4 yaşına kadar kirada oturduğumuz ev. Sonrasında bu oturduğumuz evi satın alıp geçmiştik. Bu evinde satıldığını ve apartman yapılacağını öğrenince çok üzüldüm. Yan tarafında ki 3 katlı evde yıkıldı ve bir senedir tozunu, gürültüsünü çekiyoruz. Şimdi bunlara daha fazlası eklenecek. Ülke inşaat yerine dönmüş durumda. Sakin, inşaat, çalışma yapılmayan sokak kalmamış durumda. Zaten her gün bir yangın haberine uyanıyoruz. Hele dün yangında ölen onca insanı duyunca kulaklarıma inanamadım. Nasıl üzüldüm, ağlamaktan helak oluyorum her gün bir şeyi öğrenince. Kadın cinayetleri, Gazze'de açlıktan ölenler, gençler arasında ki zorbalıkların ve kavgaların çoğalması, yangınlar..
Mahallenin keyfinin kaçtığı bir zamanda canım evimi bırakıyorum. Umarım bir gün tekrar sana geri döneriz. Hayat nelere gebe bilemiyoruz, hayalim tekrar bu evde oturmak. Gelen isteklere karşı çıkıp yıktırmıyoruz evimizi. Zamanında bahçesinde sadece iki ağaç vardı, şimdi 16 tane ağaç var. Şehrin göbeğinde vaha diyorum ben. Bahçeden çıkın otuz adım aşağı doğru yürüyün denize çıkarsınız.
Boş bırakmayı düşünmüyorum, gözümün tutacağı bir aileye -özellikle ağaç, bitki seven - kiraya vermeyi düşünüyoruz, bakalım nasip.
İki cuma baya bir yorgunlukla geçti, temmuz bitiyor, yaz tüm kavurucu haliyle devam ediyor, hadi kalın sağlıcakla...