8 Ağustos 2025 Cuma

Gurbette İlk Cuma

                                Evet arkadaşlar gurbetten bildiriyorum. Tam altı gündür ailemden, memleketimden, alıştığım topraklardan uzaktayım. Durun baştan anlatayım. Pazar gecesi Kocaeli'nden Çerkezköy'de kiraladığımız eve geldik. Bir hafta önce tüm eşyaları taşıma şirketiyle buraya göndermiştim. Eşimde bizi almaya gelince haftasonu, evde kalan ufak tefek eşyaları da yüklenerek çıktık yola. Benim sadece fotoğraflardan gördüğüm eve akşamüzeri giriş yaptık. Zaten on gündür annemde dinleniyordum, biraz enerji toplamıştım. Eve ilk girdiğimizde tanıdık görüntüler olunca fotolardan yabancılık çekmedim. 

Tüm eşyalar orta yere atılmış durumdaydı ama dolapları ve yatağı eşim monte etmişti. Hemen işe giriştim tabi ki. Tez canlı olanlar bilir, hiç hiş yapmadan tüm gece onca curcuna içinde oturamazdım. Acil temizlenmesi gereken yerler wc, banyo ve mutfaktı. Ne yazık ki tuvaleti çalışan tüm ustalar kullanmış. Bizim de gece kullanmaya başlayacağımız tuvaletin acil temizlenmesi gerekiyordu ve iki ssat süren dezenfektasyon çalışmalarım sonucu içim rahat etti. 

İlk gece yataklara bir çarşaf atarak yattık erkenden. Zaten hava çok sıcak, camları açtık uyuduk ama diğer taraftan da bir tedirginlik de yok değildi. Sonuçta yabancı bir mahalle.



                Şöyle bir şey var ki bir çok eşyamı eleyip gelmiştim Çerkezköy'e. Ama yine de kolileri aç aç bitmedi. Bir taraftan sil, bir taraftan yerleştir tüm kutuları açmak ve yerleşmek de bir günümüzü aldı. Özellikle mutfak eşyalarını yerleştirmek çok oyalayıcı.
Diğer iki gün boyunca yerleri, kapıları, camları silip durduk. İlk kiracı biz olunca inşaat çöpü çok fazlaydı. 
Bu ev hakkında şunu da söylemek istiyorum; az katlı ev aradığım için şansım çok azdı. Tüm ilçede apartmanlar dizi dizi, her sokak sefer tası gibi evlerle dolu. İki katlı bu evi internette görünce eşim gidip hemen kiraladı. Şehrin çok içinde olsun istemiyordum, biraz daha çıkışta sakin bir yer sayılır.



               Önümde bir apartman boşluğu var umarım satın alıp burayı da doldurmazlar. Ne yazık ki her yer dümdüz ve ağaçsız. Bolca naylon poşetler, çöpler uçuşup duruyor etrafta. İnsanlar bunca çöpün içinde nasıl yaşayabiliyor aklım almıyor. Anladığım bir de bu Çerkezköy'de Anadolunun  bir çok ilinden göç edip hayatını kuranlardan oluşuyor. Erzurum, Samsun, Yozgat mahalleleri varmış. Benim ev de Samsun ahalisinin çok olduğu bir yer. 
Kuru kuru apartmanları, özensiz bahçe ve sokakları gördükçe yüreğime bir pişmanlık çöküyor, benim ne işim var burada diyorum ama geçici bu süre, biraz bir yaşa bakalım diyen mantıklı yanım harekete geçiyor.
Şu çöp olayına da tüm mahalle çocuklarıyla el atacağım hele bir dinleneyim. Öğretmen olunca hep bir şeyleri düzeltme, yenileme, örnek olma, öğretme halinde oluyorsunuz. Bence insanlık görevimi de bu yolla yapıyorum.


                        Perşembe günü buraya yakın bir yerde pazar olduğunu öğrenince çıktım yola. Sora sora pazarı bulmaya çalıştım. Gittiğim yollar böyle işte; her yer inşaat, molozlar, çöpler. Ciddi bir temizlik sorunu var bu ilçenin. Ama tüm Türkiye böyle değil mi? 



           Sonunda pazarı buldum. Ama baştan sona bir turlayınca çok da çeşitli bir pazar olmadığını gördüm. Hayalimde köylü satıcılar, organik ürünler vardı ama nerdee!


                 Yine de pazar fotolarımı çekip eve geri döndüm, uzun zamandır yürümemişim bir taraftan da iyi geldi. Temizlik için sarfettiğim gücümü evde dinlenerek ve kitap okuyarak geçirdim. Hala da dinlenmedeyim. Kütüphaneden aldığım Safiye Erol Ciğerdelen kitabını bitirdim bu hafta.



             Safiye Erol'u ilk Selim İleri'nin şimdi hatırlayamadığım bir kitabında rastlamıştım. Üstadın önerdiği bir yazarsa alıp okumalıyım diye not almışım . Sonra kütüphanede iki kitabını da bulunca büyük sevinçle okumaya başladım.
Gerçekten etkili yazan  kadın romancılardanmış Safiye Erol.. Hatta Taner Ay’ın “Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler” kitabında  Safiye Erol  solcuların onu sağcı kabul etmesi ve sağcıların da aralarındaki görüş farkı nedeniyle eserlerine itibar etmemelerinden dolayı unutulmuş bir yazarmış. Ne acı değil mi?
Almanya'da felsefe eğitimi görmüş, doktorasını da tamamladıktan sonra bir aşk kırgını olarak ülkeye dönmüş 1902 doğumlu yazarın 62 yıllık hayatında yazdığı kitapları merak etmemek hele bu güçlü romanının okuduktan sonra imkansız benim için.
Kitaba adını veren Ciğerdelen Muharebesini ben duymamıştım. Osmanlının bu kalesinde geçen savaşla katman oluşturmuş bir tutku, bir aşkın romanı..



                         Ve son olarak taşınma videomuz huzurlarınızda. Hem küçük bir gezininde hikayesi var içinde. Hadi alın çayları, kahvaltıları geçin ekran başına.
Abone olmayanlar bir tık lütfen. Yorumda yazarsanız iyi olur 😉

 












1 Ağustos 2025 Cuma

Ağustos Cuması

                      2025 yılının ağustos ayına geldik, ne ara oldu ne zaman bunca hafta, ay, yıl geçti anlamakta zorluk çekiyorum. Elimde Yağız Gönüler'in kitabı, bir çok cümlesine hak vere vere okuyorum. '' Şu çıldırasıya yaşanan günlerde, kaygan zeminlerde, kendimize "Hâlin ahvalin nedir?" diye sormaktan çekindiğimiz bir çağda, anlaştığımız yazarlara sımsıkı tutunmamız gerekiyor.'' Bitmiyor çıldırası günler, aylar. Yaz gelsin diye tüm yıl bekliyoruz, tatilde rahat etmek, gezmek dolaşmak istiyoruz ama gelmesiyle birlikte aşırı sıcaklar, yangınlar, su krizi, ölümler birer birer kafamıza balyoz etkisiyle iniyor. Neye üzüleceğimizi şaşırdık. Yurdun her yanından yangın haberleri geliyor, kimin çıkarttığına dair teoriler dolu. Bence hepsi var neden olarak. Ama şu büyük bir gerçek ki ormanlarımız, yollar, şehirler, dereler, tepeler çöp, cam, pet şişe dolu. İnsanlar doğada vakit geçirirken çok umarsız, ağızlarda hep sigara, yürümek, dağa tepeye tırmanmak yok bizde, sadece gireyim ormana yiyeyim içeyim, mangal yapayım anlayışı var.

Bilmiyorum artık neye kızacağım, neye üzüleceğim şaşırdım. Biraz sahilde yürüyüş yapayım diyorum daha Bismillah evden çıkmadan bahçeme atılmış çöple karşılaşıyorum. Yol boyu, sahil boyu yollarda atıklar. Artık akşam zorunlu olmadıkça çıkmıyorum zaten çünkü ikindiyle birlikte insan seli başlıyor sahile inen. Tabi ki insanlar gidecek, gezecek, nefes alacak deniz kıyısında. Ama nerede artık adap, edep, saygı? Bir ben kafaya takıyorum herhalde bunu kafama. Çimlere oturmuşsunuz ailece ne güzel, ama boylu boyunca yatılmamalı oralarda. İçtiğin sigarayı hemen yerde söndürüp orada bırakmamalısın. Çimlerin içi zaten çekirdek ve sigara atığı dolu. Çocuklar, gençler çığlık çığlığa olmamalı bu alanlarda. Sende katlanan sandalyeni koymuşsun denize karşı, getirdiğin çayı yudumluyorsun belki ama kulağına bunca gürültü gelmemeli, ellerinizde ki telefonlarda izlediğiniz videoların sesini sonuna kadar açıp bize eziyet edemezsiniz.

Ama oluyor ne yazık ki. Ben de bunun gibi onlarca konudan rahatsız olduğum için evden çıkmıyorum artık.

Haftasonu ne yazık ki bizim de kasabanın dağlarında yangın çıktı ve öyle bir rüzgar vardı ki dakikalar içerisinde yangın yayıldı. Görev yaptığım köye doğru yangın ilerleyince köyü boşalttılar. Kim var kim yok özellikle köylüler yangına koştu. Etrafta ki ilçelerden de itfaiye geldi ama şiddetli rüzgarda söndürmek imkansızlaştı. Bir saat içinde yangın söndürme uçakları istendi ve hemen 3 tane uçak denizden su taşımaya başladı.

Diğer yangınlarda uçak yok, yetkili yok diye çok paylaşım oluyor ama bizde hızlı bir şekilde hepsi geldi. Devletin bence bu yıllardan sonra daha fazla yangın önleme ve koruma sistemlerine bütçe ayırması lazım. Her yıl artan sıcaklar, artan nüfusla buna ihtiyacımız var.

Bizde aşağıda ki evlerden tüm gün yangını büyük bir endişeyle seyrettik. Öyle kötü bir his ki anlatamam. Tüm gece süren çalışmalarla yangın söndürüldü ama o sırada Bursa yangın haberi geldi. Dediğim gibi biri bitiyor biri başlıyor üzüntülerin..

Aşırı bir sıcak var Marmara Bölgesi bile böyleyse diğer yerleri düşünemiyorum. Her gün 40 dereceye kadar ısı çıkıyor, nem zaten öyle fazla ki anlatamam.Çarşıya dahi çıkamıyorum gidemiyorum işlerimi yapmak için.


Cumartesi sabah erkenden taşıma şirketiyle eşyalarımı Çerkezköy'e gönderdim. Bir hafta annemlerde kalarak dinleneceğim dedim çünkü sonrasında baya yorucu ev yerleştirme olayı var. Eşya elemek, düzenlemek, kolilere koymak da çok yorucuydu. Vücudum isyan etmeye başladı; kollar ve bacaklarımda uyuşmalar, karıncalaşmalar başladı. Biraz mola vermem gerekiyor. İşler yoluna girmeden gideyim bir tatil yapayım da içimden hiç gelmiyor ve evde vakit geçiriyorum tüm gün.




Allahtan annemlerin evi denize nazır :)

Sabah balkonda ailece -annem, babam, ben ve kızım - kahvaltı yapıyoruz. Bu taşınma sayesinde bakın ne güzel hep dip dibe olduk diyorum bizimkilere. Ama bana çaktırmasalar da üzgünler.. Hep beraber yaşamışken bunca yıldan sonra nereden çıktı bu gurbet demeseler de üzüldüklerini biliyorum. İnsan yine de kendi düzenini arıyor, kendi eşyalarını, kendi ritmini..Ama bize de iyi geliyor; kızımla kendimizi annemle babamın o yumuşak şefkatli kollarına bırakmak.



Anne evinde zaman tatlı tatlı geçiyor. Kitaplarımı okuyorum, balkonda dinleniyorum. Çarşıya bile gitmiyorum, hiç yürümez, gezmez oldum. Halbuki yazın gelmesini bisikletle gezmeyi, sabah yürüyüşleri yapmayı hayal ediyordum çalışırken. Öyle yorulmuşum ki içimden hareket etmek gelmiyor. Sabahları balkonda oturup denizi içime dolduruyorum uzun uzun. Çerkezköy'de çok özleyeceğim biliyorum.




                             Geçen gece facia bir olay yaşadık. Yine annemle balkonda oturuyorduk gece saat 11e doğruydu. Annemin evi sahilde olduğundan gelen giden çok oluyor, insanlar vızır vızır. Birden bağrışlar duyduk ve yirmi metre ötenizde o kalabalıkta cinayet işlendi. Kızını sahilde döverken başka bir adam uyarmış niye böyle yapıyorsun diye. Adamla tartışmışlar ve bunu unutmamış öldüren. Ertesi gece karısıyla yürüyüş yaparken onca insanın içinde bıçaklamış. Bizde o bağrışları duyduk. Baktığımda bekçiler adamı etkisiz hale getirmeye çalışıyorlardı. Elinde koca bıçakla oradan oraya koşuyordu. Ve 35 yaşında iki çocuk babası bizimde bildiğimiz pırıl pırıl bir adam olay yerinde vefat ettti.
Tüm kasaba şoktayız. Öyle çok olay olmaya başladı ki artık ne olduğunu bilmiyorum bu insanlara.



                    Temmuz 29. Böyle aşırı sıcakların olduğu temmuzun son günlerinde tam 21 yıl önce kızım doğdu. Artık yetişkin bir kızım var ve her sene buna inanamıyorum. Onca emekle, sevgiyle, güzellikle büyütmeye çalıştığımız çocuğumuz artık bir yetişkin. Ama ben hala ona bebek muamelesi yapıyorum :) Ara ara kızsa da bana o da seviyor bu ilgiyi. Şükürler olsun ki bu yaşlara kadar sağlık ve mutlulukla geldik.
Kızıma doğum gününde ne yapalım diye sorduğumda isteklerde bulunmuyor. Planladığım şeylere hep uyum sağlıyor. Bu konu da babasına çekmiş, çok uyumlu bir kızdır. Ben mesela çok arıza çıkarırım, kafama yatacak çoğu şey öyle uyarım.
              Doğum günü sabahı karşı kıyıda ki kasabaya gitmeye karar verdik. Hem sabah serinliğinde vapur gezisi yapacaktık hem de kahvaltıyı şöyle deniz kenarında keyifle yapacaktık. Sabah 8 vapurunda tatlı tatlı süzülen vapurdaydık.



                          Yarım saatte Hereke'ye geldik. Burayı çok severim. Küçük bir sahil beldesi. Son yıllarda yürüyüş yolları, ağaçlar, heykeller ile deniz kenarı da çok güzel oldu. Balıkçı restoranları, çay bahçeleri, piknik masalarıyla tam keyif merkezi.


Vapurun yanaştığı iskele yanında beyaz bir köşk bizi karşılıyor. Bu 1898 yılında İmparator Kaiser 2. Wilhelm'in Hereke ziyareti için yapılan köşk. Denize paralel olarak inşa edilen köşk Yıldız Sarayı Marangozhanesinde parçalar halinde üç haftada üretilip deniz yoluyla buraya getirilmiş. İç mekan duvarları ve tavan kalem işleriyle süslü. İçinde ki halılar, perdelik kumaşlar ve ipek döşemeler hepsi Hereke'de üretilmiş. 
Daha önce içini gezdiğimden tekrar gezmiyorum. İsteyenler 35.tl gezebilir.


                          Tarihi merkez camiyi de gezdikten sonra deniz kenarında bir çay bahçesinde kahvaltımızı yapıp martıları, balıkları seyrettik. 
   


                         Dondurmamızı alıp sıcak falan demeden kaleye doğru tırmanışa geçtim. Kızım gelmeyip beni ağaçların gölgesinde bekledi. 2021 yılında restoresi tamamlanan Bizans kalesi küçük ama çok güzeldi. O sıcakta fenalık geçirmeye ramak kalmışken kalenin esen rüzgarına kendimi bırakıp kitabımı çıkardım okudum, okudum. İlk önce kafesinde otururken zeytin ağaçlarının gölgesini farkedip elime sodayı alarak çimlerin üzerinde oturdum uzun süre.



                           Buradan aşağı merkeze inerek tren istasyon durağını gezerek sahil heykellerine bakarak tekrar Halı üretim merkezine geçtim.




                        Hereke halısı meşhur, Dolmabahçe ve Yıldız sarayında da bulunuyormuş. Bir metre karesinde milyon düğüm varmış. Halı müzesi ufak ama çok değerli bilgiler edineceğiniz bir yer. Hereke halısında işlenen temalar ilgi çekici. Hayat ağacı, Hereke şehri vb. Bir kaç kadın halı dokumaya devam ediyor, biraz durarak izledim ama öyle güç bir iş ki. Canım kadınlar yine üretiyor, güzelleştiriyorlar..


                            Dönüşte pastaneye uğrayıp pastamızı alıyoruz. Akşama kızımın arkadaşları gelip kutlama yapacağız çünkü. 
Güzel bir hafta geldi geçti böylece. Çok sevdiğim kaktüsleri arkadaşlarıma, kaktüs sevenlere dağıtıyorum çünkü bu kadar çok çiçeği götüremem. Yaz başı ektiğim kudret narları meyvelerini verdi. Ben balın içine koyuyorum ve her sabah aç karnına bir kaşık yiyorum. Çok faydası olduğu söyleniyor, özellikle mide ağrılarına karşı...
                                             Mutlu Ağustoslarımız olsun!






25 Temmuz 2025 Cuma

Bugün Cuma!

 

                       Bağ evinde ki fazla eşyayı ayıklama, evi temizleme, eşyaları isteyenlere götürme ve dağıtma derken bu işler iki gün sürmüş ve sonunda cumartesi ve pazar günü aşırı yorgunluğa bağlı hasta oldum. Pazar gününden itibaren bağ evine gittik ve kendimizi dinlenmeye çektik. Tertemiz kulübemizde koltuklara işlemeli patiskalarımı geçirdim, yatakların üzerine bembeyaz sabun kokulu pikeleri serdim, kitaplarımı da baş ucuma koyarak pencereden pencereye esen rüzgarın ortasına attım kendimi. 

                     Bahçe oldukça bakım istiyordu ama yapacak gücüm yoktu. Yine de bu susuzluğa ve aşırı sıcaklara rağmen yetişmiş meyvelere tek tek baktım. Elma ağacım daha 4 yaşına yeni girdi ama bu gördüğünüz yeşil elmalar dalın üzerinde sıralanmışlar. İki elma ağacı dikmiştim; biri yeşil, diğeri kırmızı. Demek komşunun duvar terörüne uğrayan kırmızı elma ağacı. Yeni yerinde daha kendine gelemedi. Yeşil elma ağacı ilk kez bu yıl 5-6 tane verdi. 

Kayısı ağacım hızlı bir şekilde büyüdü ama geçen sene daha çok meyve vardı üzerinde. Bu sene 5 tane. Yemeye kıyamıyoruz tabi ki.

                   Ata tohumu domates ekmiştik ama çok nazlı büyüyorlar. Olsun tam yedi fidemiz var ve bakalım ne olacak. Üç beş domates elde edeceğiz diye ne çalışıyoruz. Sabah ezanıyla kalkıp biraz ot temizleyip biraz çapalama ve bolca sulama. Görüyorsunuz hasta hasta bile dayanamayıp işe güce girişiyorum. 


                      Kabaklar boylu boyunca gidiyorlar. Bakalım hangi cins çıkacak çok merak ediyorum. Onlarda çok su istiyor, sabah saat 5 itibariyle doğa canlanıyor. Herkesin uyuduğu o sessiz saatler öyle güzel ki. Saat 7'den sonra tekrar bir iki saat uyuyup kalktık.
Kocam işe gitmesiyle iyice yalnız kaldım hafta boyunca. Kızımda ilk kez tek başına yurt dışı gezisinde. 
Ben de günlük rutinime devam edip sabah çayımı demleyip bahçede kahvaltımı yaptım. Bu sırada etraftan gelen çekiç sesleri ikinci günden sonra duyulmaz oldu. 



Hurma ağacım da üç yıllık ve bu sene üzerinde ilk hurmalar var. 
Bahçemin ucundan etrafa yapılan villaları görülebilirsiniz. 22 milyona satılıyormuş, isteyenler alırsa komşu olabiliriz :)
Bir tane de değil; aynı anda en az on tane yapılıyor. Matkap, çekiç, delme sesleri, beton arabaları tüm gün acayip ses yapıyor. Ne yazık ki son bir kaç yıldır inşaat sesleri her yerde etrafımızda. Benim bağ evi de burada ağaçlarıyla beraber numune olarak kalmak üzere.
Bu sıcakta çalışanlara bakıyorum , genelde doğulu gençler. Sabahın sekizinde başlıyorlar akşam saat altıya kadar devam ediyorlar. Bu sıcakta öyle tehlikeli yerlerde çalışıyorlar ki. Bir taraftan yüreğim ağzımda seyrediyorum, üzülüyorum. 



       Hafta boyunca iki kitabım bitti. Ufuk Çizgisi İtalyan yazar Antonio Tabacchi'nin. Kitabın başlarında rastladığım   '' günlük yaşam aşkın en büyük düşmanıdır, aşkı mahveder. '' cümlesi düşündürdü beni. Gerçekten de en uç aşklar bile yaşamın rutinine girince erimiyor mu?
Hele büyük bir umut ve aşkla başlayan evlilikler de yaşam döngüsüne girdiğinde normalleşip etkisini kaybetmiyor mu? Bir de çocuk sorumluluğu üzerine geldi mi ne aşk kalıyor ne meşk.
Diğer kitabım George Perec'in okumadığım bir kitabıydı.




                 Öğle sıcağı başladığında evin ön tarafında ki yatak odasına geçiyorum. Allahtan rüzgar var.. Pencereden görünen işte bu zeytin ağacım. Zeytinler üzerinde minik minik duruyor. Yattığım yerden rüzgarla birbirine karışan dallarına bakıyorum. ''İşte şimdi dinlendiğimi hissediyorum ''diyorum. Elimde kitabım ara ara okuyor, ağaca bakıyor, sesleri dinliyor, üzerime yüklenen uykuya teslim olmak için de sabırsızlanıyorum.



                                        Gün boyu bir şey yapmak imkansız. En küçük eylemde ter içinde kalıp gün boyu kaç kez üzerimi değiştiriyorum hatırlamıyorum. Bağevine iki kez arkadaşlar geldi, çok sıcak olunca akşam üzeri oturabildik.




                 Bahçeden ilk ürünleri topladım. Semizotu en sevdiğim sebzelerden. Yemeği de salatası da çok güzel oluyor. Soframdan eksik etmiyorum. Sabahları hem biraz yürümüş olmak için fırına gidiyorum; simit, köy ekmeği alıyorum bu güzel fırından. Allah burada çalışanlara da yardım etsin, nasıl bir sıcak o öyle içeri de. Odunlu fırın olunca çalışanlar pert durumda. 



                         Annem o  sırada deniz kıyısından akşam üzeri fotoğraf gönderiyor. Her zaman çıkamıyor tabi ki bu sıcakta. Kendine dondurma almış, biraz sahilde yürümüş..




                            Kızım bir hafta arkadaşıyla Viyana'ya gitti. İlk kez bizsiz bir tatil yaptı hem de yurt dışında. Evham düzeyi yüksek biri olarak bu bir hafta boyunca içim içimi yedi ama 
artık bazı şeyleri de oluruna bırakmalıyım diyerek kendime telkinde bulundum. Allahtan gençlerin özgüveni yüksek, kızım zaten özgürlüğüne düşkün. Harika bir tatil yapmışlar..


                                  Bağ evinde biraz dinlendikten sonra eşya toplamaya eve döndüm. Her gün yavaş yavaş koli hazırladım, eşyaları azalttım. Ama bu bile saatlerimi aldı ve ter içinde kalarak ara veriyordum. Sonrasında balkonuma çıkarak soğuk bir kahve yapıyordum her gün. Dışarıya çıkıp bir yerlere gitmek öyle zor geldi ki. Sadece bir kez köyde ki velilerimle piknik yaptık sahilde. Sağ olsunlar benim için bir uğurlama pikniği düzenlemişler.



Güzel balkonum 💚
Sahilde oturduğumuz zaman etrafta ki insan kalabalığını görünce evde kalmakla ne büyük bir akıllılık ettiğimi tekrar anladım. Öyle kalabalık ki her yer artık. Bir de artık etrafta yaşanan özensizliğe tahammülün kalmadığını hissediyorum. Bağrış çağrış içinde sohbetler, çığlık çığlığa çocuklar, etrafa atılan izmarit, çekirdek çöpleri..
Balkonumda oturur kitabımı okurum en iyisi..

            
              Sabahları kızımla annemlere gidip kahvaltı yapıyoruz balkonda. Sabah sakinliğinde sahilde de fazla ses olmuyor, balkona güneş de gelmiyor o saatte. Buralardan gitmeden anneciğim ve babacığımla hasret gideriyoruz uzun uzun. Öğlene doğru eve gidip toplanmaya devam ediyorum.
Bu yazda toplanma, düzenleme, iş güçle geçti. Bir taşınma bu kadar mı meşakkatli  olurmuş. İki aydır toplanıyorum neredeyse. Buna sınıf toplama da eklenince daha çok zorlanıyorum. Yarın nihayet taşıma şirketi gelecek ve eşyaları Çerkezköy'e göndereceğim. Bir hafta dinlenmeyi düşünüyorum.




                      Evimin olduğu sokak bahçeli evleriyle meşhurdu. Bir zamanlar diyorum çünkü artık iki katlı müstakil ev kalmadı buralarda da. Karşımda bulunan şu beyaz ev Pelin'in doğduğu ve 4 yaşına kadar kirada oturduğumuz ev. Sonrasında bu oturduğumuz evi satın alıp geçmiştik. Bu evinde satıldığını ve apartman yapılacağını öğrenince çok üzüldüm. Yan tarafında ki 3 katlı evde yıkıldı ve bir senedir tozunu, gürültüsünü çekiyoruz. Şimdi bunlara daha fazlası eklenecek.
               Ülke inşaat yerine dönmüş durumda. Sakin, inşaat, çalışma yapılmayan sokak kalmamış durumda. Zaten her gün bir yangın haberine uyanıyoruz. Hele dün yangında ölen onca insanı duyunca kulaklarıma inanamadım. Nasıl üzüldüm, ağlamaktan helak oluyorum her gün bir şeyi öğrenince. Kadın cinayetleri, Gazze'de açlıktan ölenler, gençler arasında ki zorbalıkların ve kavgaların çoğalması, yangınlar..



                       Mahallenin keyfinin kaçtığı bir zamanda canım evimi bırakıyorum. Umarım bir gün tekrar sana geri döneriz. Hayat nelere gebe bilemiyoruz, hayalim tekrar bu evde oturmak. Gelen isteklere karşı çıkıp yıktırmıyoruz evimizi. Zamanında bahçesinde sadece iki ağaç vardı, şimdi 16 tane ağaç var. Şehrin göbeğinde vaha diyorum ben. Bahçeden çıkın otuz adım aşağı doğru yürüyün denize çıkarsınız.



                  Boş bırakmayı düşünmüyorum, gözümün tutacağı bir aileye -özellikle ağaç, bitki seven - kiraya vermeyi düşünüyoruz, bakalım nasip. 
                İki cuma baya bir yorgunlukla geçti, temmuz bitiyor, yaz tüm kavurucu haliyle devam ediyor, hadi kalın sağlıcakla...






Gurbette İlk Cuma

                                Evet arkadaşlar gurbetten bildiriyorum. Tam altı gündür ailemden, memleketimden, alıştığım topraklardan uzak...